Allah ‘ın selamı, rahmeti, bereketi, ihsanı ve ikramı üzerinize olsun.
Bugün günlerden cum’a. Elhamdülillah sonbaharın bir bayramına daha eriştik. Allah nicelerine eriştirmeyi nasip etsin. Yani (Allah ‘ın bizden razı olduğu) uzun bir ömür sürelim. Ton ton anneanne, babaanne, beybaba olalım. Torunlarımızın torunlarını görelim de Cennet’e giren kulların zümresine dahil olalım. (Âmin)
Efendim gelelim asıl konumuza. Şu sıralar bende çocuk hikayeleri yazma isteği uyandı. Evlenme vakti de geldiğinden olsa gerek; kendime “Evlatlarımı nasıl iyi yetiştiririm?” gibi sorular sormaya başladım.
Ben ya da biz (kardeşlerimden bahsediyorum), radyo skeçleri dinleyerek, kıssadan hisseler okuyarak, dinleyerek büyüdük. Bütün kardeşler toplanırdı, radyonun başına dikilirdi ve Akra FM’de yayınlanan Gülücük’ü dinlerdi. Bunları şunun için söylüyorum. Annenin veya babanın “Evladım şunu yapma!”, “Evladım şunu şöyle yap!” demesinin çoğu zaman kar etmediğini görüyorum. Onun yerine bu tip daha eğlenceli şeylerle öğretmenin daha zahmetsiz, daha eğlenceli ve daha etkili olduğunu düşünüyorum. Aman yanlış anlamayın. Bu işte uzman değilim. Sadece kendimden yola çıkarak bir çıkarım yaptım. Hatta genelledim bile. Doğru mu yaptım bilmiyorum. Yanlış söz söylüyorsam, düzeltin lütfen.
Efendim az evvel de dediğim gibi ara ara düşünüyorum. Acaba çocuk hikayeleri mi yazsam diye. Aslında pek becerebildiğim söylenemez. Çünkü, bence, çocuklar bile benim yazdıklarımdan sıkılır. Nereden biliyorum? Çünkü bir iki kere denemiştim. Yazıyorum önce. Sonra alıp okuyorum. Yok, ı’ıh olmuyor. Çocuklar için yazıyorum ama çok çocuk oluyor. Böyle mükemmel bir dünya olamaz. Herşey güllük gülistanlık. Biraz gerçekçi olması lazım. Ben çocukluğun dibine vuruyorum. Çocuklar hemen her şeylerini birbirleriyle paylaşıyorlar. Efendime söyleyeyim, nezaket, incelik insanların bedenlerine sirayet etmiş. Öyle ki incelikten kırılacaklar neredeyse… Böyle hikaye yazılmaz arkadaş… Dedim… Yazmayı bıraktım. Ama hala bir heves var içimde. Yazasım geliyor ara ara.
Geçenlerde oyuncakları paylaşma üzerine bir hikaye yazsam mı acaba diye düşündüm. Çocukların anlayacağı dilden, oyuncağı paylaşmanın avantajlarını anlatan bir hikaye yazmayı istiyorum. İnşaallah olur, hayr olsun, âmin.
Hazır hikaye yazmaktan bahsetmişken bir örneğini de sizinle paylaşmayı isterim.
Üniversite 3. sınıftayken (Ben o zamanlar nasılım; Tam benim delikanlılık zamanlarım. Böyle çoook eskiden filinta gibiyim. Çevik, çalışkan… Böyle fırtına gibiyim. 😛 Tamam tamam. Özür dilerim.) Şey işte üniversite 3. sınıftayken Türk ve Osmanlı Sanatı diye ders aldım. Almışım daha doğrusu. Nasıl aldığımı ben de bilmiyorum. Hatta dediğim gibi bence ben almadım bana o dersi mezuniyet şartı olarak şart koştular. Sanatla manatla alakası olmayan biriyimdir. Bilen bilir. Tamam güzel resim yaparım. Resim ve El İşi derslerinden 99 bile almamışımdır Allah-u alem ama yine de işte öyle. Neyse işte o dersi almış bulundum. Efendim dersi geçme koşullarından biri de, tam hatırlamamakla birlikte, bir eserin sunumunu yapmak ve o eserle alakalı hikaye yazmak idi. Hikaye çocuklar için olacak tabii.
Bende hep merak ettiğim Rüstem Paşa Camii’ni seçtim. Camii ile alakalı da 14 sayfalık bir hikaye yazdım. Maksat hikayenin içinde camiiyi anlatmaktı. Ne kadar becerebilmişim bilmiyorum. Kitap gibi hazırlamıştım. Pek çocuk kitabı gibi değil ama sorun değil. İçeriğini beğendiyseniz dışını süsleriz, o kolay 🙂 Merak edenlerler buyursunlar efendim.
E-kitap: Çinili Camii
Dipnot: Bu arada öğrendim ki bu Rüstem Paşa’da çok pis bir adammış. Şehzade Mustafa’nın idamına sebep olanlardanmış herhal. Üstüne bir de Sarayda rüşvet işlerini ilk bu adam başlatmış. Son pisliği de şu ki; bu pis adam, Mimar Sinan’ın sevdiceği, Mihrimah Sultan ile evlenmiş.
Damat Rüstem Paşa için bir de şöyle bir şey anlatılır. (Wiki’den alınmadır. Doğruluğu tartışılır. Ama yukarı anlattıklarım doğrudur. Onları başka kaynaklarda da okumuştum.)
Olucak bir kişinin bahtı kavi talii yar.
Biti dahi mahallinde anın işine yarar.Anonim beyiti Rüstem Paşa için söylenmiştir. Ballı adamın üzerinde bit çıksa işine yarar, anlamındadır. Kendisini çekemeyenlerce çıkarılmış “cüzzamlıdır” dedikodusunun yayıldığı bir esnada, üzerinde bit çıkması üzerine dile getirilmiştir. Zira inanışa göre cüzzamlının üzerinde bit barınamazmış. Bu yüzden, tarihçilerin kendisine vermiş oldukları bir diğer isim “Kehle-i İkbal” (İkbal Biti) Rüstem Paşa’dır.
Selam, dua ve muhabbetle efendim 🙂